30 Mart 2010 Salı

kadın ve kuaförleri...

Her kuaföre gidişimde başka bir kafayla, oradan ayrılırken başka bir kafayla ayrılırım.Kadınlarla kuaförlerin ilişkisi komiktir.Kadınlar hamamından tek farklı kadınların biraz daha giyinik olmasıdır. Fakat inanın değişen bir şey yok. Dükkan sahibi kuaför abi/abla zaten mahalledeki bütün kadınların hayatına hakimlerdir. Kim kimle yatmış-kalkmış, kim evini taşımış, kim daha kıllı tüylü, kim kimin sevgilisini elinden almış, kim evde kalmış kim koca bulmuş her gündeme hakimdirler. Kuaförde hangi kadının kocasıyla 1 aydır yatmadığından tutun da, kimin selüliti var kimin yok, kimin çocuğu olmuyor herşeyi istemeden öğrenirsiniz ve işin pis tarafı muhabbete sürekli sizi katmak isteyen birkaç teyze abla oradadır. Burada mı oturuyorsunuz ile başlayan sorular ne iş yaptığınıza, evli mi bekar mı olduğunuza varır. Varmakla bitmez evliyseniz çocuk var mı bekarsanız kah bekarlık güzel şey tadını çıkar, kah yok mu erkek arkadaşın sorusuna kadar uzanır.Ayağa kalkarsınız boyluymuş maşallah diye yorum gelir.Daha 5 dk önce orada kaş aldırmak için bekleyen kadınların muhabbetlerini duymak zorunda kalır 5 yıllık arkadaş zannedersiniz. Sonra da iyi günleer der çıkarkar. Arkadaşlık sıra bekleme arkadaşlığıdır aslında fakat birbirlerine hayatlarının en ufak detayını bile anlatmakta sakınca görmezler.Türk kadınlarının gevezeliğinin ve dedikoduculuğunun tescilleneceği en uygun yer hiç şüphesiz kuaför salonlarıdır.Bir yandan ojenizin kurumasını beklerken kendi kendinize düşünebilirsiniz kıllarım ve tüylerimle uğraşmasam bu işkenceyi çekmesem acaba vücudumda Türkiye meşe ormanlarını mı biriktirsem dersiniz. Değiştirdiğiniz kuaförde de durum değişmez. Yorum yapmadan sessiz sessiz köşenizde oturduğunuz için neler görürsünüz neler..benim kızım çok hanımdır diyen annenin diğer yanda sevgilisine telefonda bu gece sende kalayım mı diyen kızından tutun da 120 kiloyum övünerek bikini giyiyorum diyen kadının bikinili görüntüsü gözlerinizin önüne bile gelir. Çoğu zaman kocalarına acıdığınız bu kadınların kuaför işlemleri hiç bitmez. Ya onlar kadın değildir ya da siz. Ayda bir kere bile uğradığınızda aynı ablaları orada gördüğünüze şaşırmayın, akşam iş çıkışı gitseniz bile teyzenin biri saat 12 den beri orada oturmuş gelenle gidenle muhabbeti koyuyor olabilir. Mahallenin istenmeyen gelinlerinin hikayelerine yakından tanık olacağınız kuaför salonlarında kadınlar genelde bezgindir. Hepsi dünyanın yükünü omuzlarında taşımaktadır, hepsi doktordur durmadan ilaç tavsiyesinde bulunurlar. Zayıf kadınlar ortalıkta daha çok salınıp boy pos gösterirler.Kuaför salonlarına tahammül etmek zorunda olan benim gibi zavallılar için ise kuaföre gitme günleri çok acımasızdır...işe gitmek kadar beter birşeydir kuaföre gitmek...hepinize sıhhatler olsun:)

28 Mart 2010 Pazar

kendiniz için bir şey yapın...

Kentin en güzel semtlerine imza atmış olmaktan mıdır nedir, bir tatlı huzur bu gece içimde...üstelik pazar en çirkin yüzüyle karşımda öylece dururken, hatta beni içine alırken, Sultahmet'in büyülü güzelliği pazarın fendini yeniyor bugün...güzel bakınca güzel mi görüyor gözleri insanın? Ve artık aşık olmak gerekmiyor güzel bakmak için bünyeye..eskiden aşık olduğumda bakabilirdim bu gözlerle..vazgeçtiğimden beri daha güzel bakıyorum bu gözlerle dala,kuşa,çimene,çocuğa...İstanbul hikayemin başlangıç noktasındaydım bugün. Tam da annemin beni bırakıp gittiği yerde. Beni bırakıp gitmişti tam orada Sultanahmet'te, yurduma yakın bir yerde. Artık dönme vakti gelmişti ve benim kendi kanatlarımla yapayalnız olarak uçma zamanım...yine acılı bir vedaydı beni bırakıp gittiğinde işte tam o yerde, okulumun konumlandığı Nişantaşı'na bile nasıl gidilir konusunda hiçbir fikrim yokken henüz, ilk zamanlarda ağlanır demişlerdi...ağlamıştım annem gittiğinde, yalnızdım ya artık..sonra kaynaşmıştım yine Sultahmet'te o kızlarla dolu yurtta bir çok kızla, Seda'ydı onlardan biri, 10 sene sonra aynı yerdeydik bugün fotoğraf makinalarımızla, algımız farklı,kocaman kadınlar olmuşuz,sırt çantalı "haydi taksime"tadındaki o ufak üniversiteliler yok artık.Tarihi eserleri filan inceliyoruz,meraklıyız her taş parçası üzerinde 15 dk tartışıyoruz, böyle miydik halbuki?Üzerinde sabit 15 dk konuşabileceğimiz tek konu aşık olduğumuz adamlardı eskiden..ve gidilecek semt olarak sadece Beyoğlu vardı koskoca istanbul'da.Eğlenceydi, hareketti, renkti... Sultanahmet sıkıcıydı,buram buram müzeydi,fokur fokur tarihti.Çekilmezdi.Tek sevdiğimiz şey yakışıklı yabancı çocuklardı sokağa çıktığımızda Sultanahmet'te..bugün yeniden bambaşka gözlerle gittik oraya,anılar depreşti,Dikilitaş'ın önünde eskiden yapıldığı gibi kikirdendi...şunu hatırladın mı, burayı hatırladın mı? "o cafe nerde aa yok yıkmışlar"tadında hüzünlenmeler "mısır yemiştik cırcır olmuştuk hani"ler..bu şehrin en güzel semtine imza atmak ne güzel..insanın istanbul masalının olabilecek en güzel semtte başlaması ne güzel şey...

Alışkanlıklarınızı değiştirin,Bebek'te,Hisar'da,Arnavutköy'de o trafiğe girerek hafta sonları yaptığınız kahvaltılarınızı askıya alın,kendinize bir güzellik yapın Sultanahmet'e götürün kendinizi,Cankurtaran'da kahvaltı yapın,sokak aralarında fotoğraf çekin, tarihin yumuşak beşiğine bırakın ruhunuzu, o eski evlerde kimler yaşamış yıllar yıllar önce onları düşünün, o çalılıkların arkasında ne fitiller alevlenmiş, Topkapı Sarayı'nın bahçesinde gizlice ne büyük aşklar yaşanmış, aşıklar nerelere saklanmış, buluşma köşeleri nereler olmuş düşünün... yaşanan aşkları, yasak sevdaları düşünün, dalın sokaklara, bu evlerde kimler yaşıyor diye merak edin...sonra gidin bir güzel köfte yiyin Sultanahmet Köftecisi'nde, oradan Çorlulu'ya uzanın şöyle keyif nargilenizi söyleyin..ruhunuzu dinlendirin Yerebatan'da...ve sonra bana teşekkür edin...iyi pazarlar:)

26 Mart 2010 Cuma

gitme...

ben bu yüzden hiç kimseden gidemem...gitmem...gidebilsem üzülmeyecektim belki..gidebilsem boncuk boncuk dökülmeyecekti gözyaşlarım.Gözyaşlarım her döküldüğünde onlara üzülürüm ben. üzüldüğüm olayı dışında bırakarak "yazık size gözyaşlarım yazık size gözlerim haketmediniz siz bunları" diye diye ağlayarak ağlama efektimi 2 katına çıkarırım. Benim huyumdur ya zaten üzüntüleri hayatıma çekmek..

sanki normal kadınlar için olan durumların dışındaki durumlar için yaratıldım ben.Sanki kadın ile erkek arasında gaylik dışında bir cinsiyet varmış, bende o cinsiyettenmişim..Sinemada elele tutuşmayı kıro bulurum, sevdiğim adamın ülkeden gideceğini öğrenince ortamına, çevresine, herşeyine koyar katıla katıla zırlarım..sahi neyim ben? romantizmle sahtecilik arasında sıkışıp kalmış sihirbazın şapkasındaki tavşanım belki..bu yüzden işte vedalaşamam ben.Gitmeler ağır koyar bana, kimseden gidemem, veda sahnelerinde daralırım, nefessiz kalırım izlemeye, yaşamaya, görmeye dayanamam. Ağırı geldi başıma bu kez..adam gidiyor..benden gitmesinden daha beter bişey varmış işte. Öyle varlığın ne kattıki yokluğun ne götürsün gibi baba laflar etmemek lazımmış, her defasında beni sınayan hayat bu cümleyi de gözüme soktu! kendisine teşekkürler...şu kadın olmayan yüzümü bana yine yine yeniden gösterdiğin için teşekkürler sana hayat...gitmeler her türlü koyuyor bana..demekki aynı şehiri bırak, misak-ı milli sınırlarında olması bile yetiyormuş bana adamın..gidiyorum ben dedi. Nereye dedim..fakat o nereye sorusu sanırım ağzımdan çıkmadı boğazıma kadar gelip ses tellerime çarpıp geri döndü karşıda bir efekt yarattı ve Amerika! dedi. Adam. Nasıl..kaç günlüğüne diye sorarken aslında biliyordum cevabı ama ben böyleyim acıyı duymak isterim ya hani...temelli dedi...kaç günlüğüne diye sorarken yine ağzımdan çıkmadı o soru aslına bakarsanız..midemden ya da pankreasımdan çıkmış olabilir.Ama asla ağzımdan çıkmadı. Benim ağzımdan her türlü küfür çıkabilir fakat gitmelere dair cümleler kurup sorular soramam ben...gitmee..dedim..özlediğim sesiyle, acı veren kararı arasında hangisine üzülüp neye sevineceğimi bilemeden tutuldum, düşüncesi bile dilinin sınırlarına çarpan ağzından kelimeler taşan aynı anda 38 şey düşünen ben.. konuşamadım..boğazıma dizildi kelimeler zaten sonra da gözyaşları dizildi....bunca zamandan sonra sesini duyduğuma mı sevinsem yoksa gideceği için mi üzülsem...sevindiğim şeylerin kısa ömürlü, üzüldüğüm şeylerinse ölümsüz olmasından sıkıldım aslında ben...o artık daha mutlu olduğu için derinlerde bi sevinme hissi beliriyor. İşte o mutluuu...artık mutlu artık amacına ulaşıyor...diyor iç ses ama iç sesin alt metninde kan gövdeyi götürüyor...
ne kadar kalacaksın diye yine bir iç organdan bir ses çıkıyor, allahtan adam beni tanıyor da anlıyor, çok diyor..en az 2-3 sene..onu artık görememe korkusu yerleşiyor bünyeye...o döndüğünde evlenmiş çocuğumla oturuyor olur muyum diyor insan, yoksa hala onu seviyor mu olurum diyor..hayat sürprizlerle dolu ve asla yarın karşımıza ne çıkacağı belli olmuyor..o gidiyor..hayat yanıltıyor...hayat yanıltmanın ben yanılmanın ustası oldukça yeniden deniyor ve deneniyorum...gitme ayrık otum gidersen ben şimdi kahvaltı yapıcam sen ne yedin? diye kime sorarım ben..kime paralel kanal açtırırım...ben içerken senin kahvaltı yapıyor olman hiç sempatik değil..

Amerika da sıkılırsın sen...gitme...

16 Mart 2010 Salı

modern

birgün geliyor alıyor o kirli ve umutsuz geçmiş.... ve malesef yaşanmışlar yaşanacakların referansı oluyor hayatta..."oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim" diyor şair..ardı arkası tamamı gelmiyor...temize çektik de ne oldu demiyor kadın...? Hadi sen çektin adam ne yaptı? Adam da ah canım aşkım teşekkürler bütün aşklarını bende çektiğin için mi diyor? İnternet çıktı mertlik bozuldu madem bu alemde... bir tıkın ucunda artık burada bütün aşklar, gerçekten sevmiyor kimse, sevenlerin tarih boyunca canı acıdı, konuşursam acıtırım diyorsun adama, severim acıyı diye cevap veriyor dallama! bizde ne ararsan yok artık...aşkın en sinsi dostu gurur, kıskançlık, mantık maşallah hepsi yok. Bizde ne var? Bolca hırs, bol bol sahtelik...sahte olmazsan kadınların doğuştan getirdiği yetenekten bile mahrum kaldığını söylüyorlar üstelik...doğduğundan beri ilk kez kendinle aynı frekansta bir adam mı buldun, filmlerdeki gibi mi oldu, mutlu mu oldun, kalıba uydurmaya çalışmadan adam zaten kalıbında mı çıktı? Ne sandın adam da seni sevecek ve episode 3 mü çekilecek? pembe panjurlar, seçilen gelinlikler?? öyle olmuyor şekerim burada bizim aşklar...adam senin canını dibine kadar yakarken, kendini en yakın sahilden denize dökmek istiyorsun, hatıralar yerine umutsuzluklar sarınca dört bir yanını, meydanlara çıkıp bağıramıyorsun, saklanabildiğin en koyu renk battaniyenin altına giriveriyorsun, haydi size modern şehir kadınının kanayan yaraları..kendinden bulan..bulamayan..ısrar etmeyin bu yazı yalnızca benim için...fişimi çekmek istediğim dönemlerden birinin merkezindeyim..zaten ya kenarındayım ya da merkezinde hiç dışında olamıyorum..doğuştan bunalım mı diyorlar benim gibilere? Siz ne dersiniz? Gerçi umrumda değilsiniz...kendimce uydurduğum ve eğlendiğim sıfatlarımın bile içi boşaldı, kapıcı karısı gibi pozlar verip duvarlara poster oluyorum artık. üstelik kelimeye dökülen her cümlem anlam kaybetti, aslında ben kelimeye de değil sms e döktüm biraz cümlelerimi de adam tamam daha fazla süsleme, küfür et rahatla dedi. Küfür etmek, eteğindeki taşları dökmek boş işler..allah belanı versin sevsene beni şerefsiz demek istemiştim oysaki sadece...trajikomik kadınım galiba biraz. Hani her işte vardı bir hayır? ulan hepsinden bir hayır alacağım varsa şu anda hayatın bana çok hayır borcu var...Allah belanı versin madem ruhumu anlıyorsun sevsene beni! Oturup artılarını ve eksilerini kağıda mı yazayım içinden çıkar mıyım eksilerin daha fazlaysa bir çizgi de senin üzerine çeker miyim yavrucan?

insan insanın canını yakıyor, insanı yakıyorlar burada. Siz küllerinizden de doğarsınız..sağ olun uzak olun..Allahın belası sevsene beni!!!!