24 Eylül 2010 Cuma

3-0

Dönüştüğümü sanmayın, ben hala uçuşuyorum...

ben dönüşmüyorum dünya değişiyor sadece...dünya da dönüşüyor sanmayın, sadece değişiyor...hani biz 18 yaşındayken 30 yaşında bir kadın "evet" gerçekten kadındı ya, çoluğu çocuğu vardı hani... öyle"deli kız" filan değildi moda tabirimizle.. hoppa zıppa bir tip de değildi 30'du.Kadındı.

Yaşım 30 öyle mi... ya kafam? Kafam giremiyor 30'a.Kafam hep çok karışık benim..daha aklı başında düşünmek gerekiyor artık değil mi, kenara 3-5 kuruş para atmak, tanışılan erkeklere farklı gözle bakmak, çocuk yapmak filan lazım...Ama diyorum ya kafam girmedi daha 30'a..yaşım girdi..bir anlam yüklemeyi düşünmedim aslında ben bu 30'a..bana sadece "al iyi bok yedin hayatın karşısında 3-0 yeniksin" dedirtiyor.."30 ulan" dedirtiyor..akıllan dedirtiyor..

30'la alakası var mı bilmem, öyle bir başkalaşıyor insan, daha bir dalga geçmek mi dersin kendinle, koyver gitsin saldım çayıra mı dersin...hayatı salıyor, insanları postalıyor, kendine sarıyor insan 30'a geldiğinde..hep bir kaçma telaşı ve kaçırma... hayatı kaçırmak hissi geliyor mu size de? Oturup kariyer hedefi mi yapıyorsunuz yoksa? ne şanslısınız.

Gidilecek daha çok yer, tanınması gereken daha çok hayat, okunması gereken tonla kitap, izlenmesi gereken yığınla film..uğranması gereken festivaller...iyi de bulunması gereken bir koca e bir de çocuk oluyor aklın unutulmuş bir kenarında. ve bu -mesi ması durumları benim gibi zora gelemeyen bünyeleri fena halde sıkıntıya düşürüyor..

ah sevgili 30..ah yeni sevgilim 30.. bir gün karşılaşacağımızı hiç düşünmezdim, uzak bir hayaldin bana...kendimi senin içinde düşünürken farklı konumlandırırdım, oysaki 23 yaşımdaki halimden çok da farklı değilim şimdi...güzel 30, güzel diyeyim ki güzel ol değil mi, sen neler düşünüyorsun benim için, mutlu musun bu yılı birlikte geçireceğimiz için örneğin? Benimle hayat zor güzel 30...kendime zorum bilmezsin sen. Zorum kendime. Kolayım da hep salak heriflere...

Her 30 uğraşmaz kendisiyle benim kendimi bitirene kadar uğraştığım kadar uğraşmaz...ben biterim... yeniden doğarım küllerimden, sığmaz içim içime, hem hüzünden hem mutluluktan...30 olmakla alakası yok ben buyum böyleyim...Ama işte 30'dan mı bilmem ama öyle kıpır kıpır olmuyor artık içim, karnımda kelebek cesetleri toplu mezar, yaptığımda en mutlu olduğum şeyleri yapınca sevindirik olmuyorum artık, bir huzur mu dersiniz, dinginlik mi, mutlak mutsuzluk mu, yoksa yaşlanmak mı...öyle bir aşk şarkısına kaptırıp melankolizmin dibine vuramıyorum artık... Gençler dansederken sandalyesinden alkışla tempo tutan düğün teyzelerinin ruh halinden pek farkım kalmadı açıkçacı..Ama öğrendim birkaç detayı sonunda, maddeler yaptım kendime, zamandır herşeyin ilacı biliyorum bunu artık. Olanda ve olmayanda vardır bir hayır eninde sonunda diyebiliyorum artık şükür.. En kötü tarafı şu belki değil mi..her şeye rağmen ha deyince karar alıp basıp gidemezsin ama artık işte 30'da, o deli cesaretin kaldı 20'li yaşların başlarında, daha bir 3.5 atar o popo, hareketler daha kontrol altında öyle değil mi,kahretsin. Ah nerede benim ilk gençliğim...hani benim gençliğim anne?

supergirl değilim örneğin artık, her bişey olamayacağımı da anladım. Tek bir şey olmanın da yetebileceğini anladım, olmak istediğim de olamadım zaten. Kapasiteden filan vazgeçtim, tırmalamaktan da... aşktan da...ama gördüğünüz gibi hep Şebnemim ben... 30 filan değilim sadece Şebnemim...

Herkese teşekkürler...her acımda sildiniz gözümün yaşını, hastalığımda çorbamı yaptınız, bulunamayan ilacı bulup getirdiniz... paniklediğimde krizlerimi dindirdiniz, aşk acısı yaşadım, sırayla aradım, geldiniz yatırdık adamı masaya,neden ağlıyorsun diye sordunuz "varoluşuma" dedim...başarımı da siz kutladınız... başarısızlığımda sen aslansın, yaparsın, güçlüsün aşacaksın dediniz..beni kendime çok getirdiniz,sizinle şebnem oldum işte! hayatınızın en hassas en duygusal arızası..bu kadeh sizlerin şerefine...

eski aşklarım...sizinle büyüdüm, sizinle olgunlaştım, hepiniz "bir"siniz içimde.. şerefsizlikse hepiniz, iyilikse yine hepiniz. (İyi olsanız eski olmazdınız hem)Dönüşümse; evet ulan sizinle dönüştüm, hiçbirinizden bir bok olmayacağını da anladığım günlerde içimde filozoflar bile büyüdü. Teşekkürler sayenizde erken olgunlaştım...öldürmeyen acı güçlendirdi, işte işteee burdayım, ayaktayım. Gittiniz, gittim, hiçbirinizi kendime eklemedim...bu kadeh de sizin şerefinize...

Anneciğim, güzel annem..varlığın, varlığıma armağan...herşeyi bilirim diye geçindim, son telefonda hep seni aradım, hep sana sordum canımı yakanı da, pilava koyacağım suyu da, elbisemin rengini de...seni çok seviyorum...en büyük teşekkür sana...

Babacığım..ben senin güzel kızın...ben senin canın kızın...ben senin hep özlediğin...30 filan sana hikaye..küçük kızınım hala, seni çok seviyorum!

Hello 30, iyiki doğdum! :)))

21 Nisan 2010 Çarşamba

başkalaşım..

nasıl da başkalaşıyor insanlar, nasıl da kaybediyor insan severken...özlerken..görmek istediğimiz gibi görüyoruz ama gömme şeklimiz mecburiyetten oluyor. Biz seçemiyoruz o şekli..biri geliyor, bütün kalelerinizi kuşatıyor, işte herşey artık muhteşem derken siz, bambaşka biri çıkıyor ardından...siz yüklediğiniz anlamları çekince zavallılaşıyor, eziliyor, manalarınızla ayakta duran o varlık silikleşiyor...çirkinleşiyor, başkalaşıyor, nasıl sevdim ben bu adamı dedirtiyor, saygısızlaşıyor, kabalaşıyor, kırıyor, acıtıyor ve gidiyor...

16 Nisan 2010 Cuma

gitmek...

Sevmem ben gitmeleri, birinden, bir yerden, bir evden, bir işten..gitmeler koyar bana gereksiz melankolizmlerim tutar, maymunluğa vururum işi yalandan, tutarım düğümlenir gözyaşlarım boğazımda...sıklıkla düğümleniyor gözyaşlarım bugünlerde..ailem gibi olmuş arkadaşlarımdan ayrılmak için gün sayıyorum..ailesinden uzak yaşarken insan, arkadaşları olur ailesi annesini bulamaz sarılır arkadaşına, şefkati sevgiyi ondan bekler, derdini tasasını, şımarıklığını arkadaşına yapar..bu adı geçen arkadaşları her sabah allahın emri şeklinde geldiği ofisinde bulabilmesi ise gerçekten çok büyük şanstır ama hayat çok acımasızdır, bilirsiniz. Profesyonel hayat denilen saçmalık, sonra hayatın getirdikleri, kariyer zırvası gibi kavramlar yüzünden ayrılmak zorunda kalmak acı acı koyar insana..ince ince akar gözyaşları, sabah gelince akşam olanları kime anlatacağım, hangi masaya yatıracağım krizimi, kimle güleceğim, kimin eteğini açıp saçını çekeceğim soruları uyutmaz...insan sevdiklerinden hiç ayrılmak istemez, ama öyle acımasızki hayat ayırır sizi sevdiklerinizden bir şekilde...minik lükslerinize bile göz koyar şaşkın hayat, istemezsiniz vedalaşmak, ama o an gelir çatar işte...işte ben bu yüzden hiç kimseden gidemem. Nerede olursa olsun o ayrılıklar, sevgiliden ayrılmak gibi gelir bana hep..küçük bir kız çocuğuyken saklanırdım hep masa altlarına ve dolap içlerine, işte yine o hisler içerisindeyim, alıcılarımı vericilerimi kapatıp oyuncak bebeklerimle girip masanın altında salak salak oturmak istiyorum. Bu hissim hiç geçmedi benim, hep saklanmak istedim masa altlarına, vedalaşmaları sevmem ben. Hadi bayy diyip kaçmak isterim olay yerinden en kısa zamanda görüşülecekmiş gibi..öyle olmaz hiçbir zaman, annenden ayrılmak, en yakın arkadaşlarından ayrılmak, sevdiğin adamla vedalaşmak bunlar çok acıtır hep benim içimi...dünyanın dengesi mi dersiniz hayatın getirdiğimi mi, olması gereken mi yoksa benim içinden çıkmak istediğim bu saçma fanus mu bilmem...ama ben hiç sevmem vedalaşmaları...şimdi iki senemi tamamladığım şirketimdeki son günlerimi geçirirken, duvardaki dileğin yazdığı notları toplamak, sevcan ın yapıştırdığı kedi köpek bebek resimlerini çıkarmak, doğumgünü kartımı, 6. ayın kutlu olsun notlarımı temizlemek, 2 yıllık çekmecemden, zaman zaman bozulan bilgisayarımdan, silmem gereken maillerden ayrılmak yine benim içime dokunuyor...hayat bizi nerelere sürüklüyor oysa nelerde ölüyoruz biz...hayatı programlamak anlamsız, kariyer hedefleriniz komik, tatil planlarınız hayal..evleneceğiniz adamı merak etmek heyecanlı, yaptığınız yemekler sürprizli..ama hep merak...getiriyor hayat, çıkarıyor dımdızlak karşınıza gerçekleri ve siz sadece olanı kabul edip yaşamak zorunda kalıyorsunuz...işte ben bu yüzden hiç kimseden gitmeyi sevmem, bırakırım kendileri gitsinler...oluk oluk akan gözyaşlarıma üzülürüm, kendime kırılırım ne yapıyorum ben diye, yolculukları da sevmem bu yüzden, bir yerden ayrılmayı sevmem...işte bu yüzden sadece adaları severim ben, kendime benzetirim yalnız ve hüzünlü gelirler bana içerden içerden...benim gibi ait oldukları yerden kopmuş parçalar olduklarından belki, ama adalardan da ayrılmayı sevmem ben...işte ben bu yüzden vedalaşmak hiç istemem...

30 Mart 2010 Salı

kadın ve kuaförleri...

Her kuaföre gidişimde başka bir kafayla, oradan ayrılırken başka bir kafayla ayrılırım.Kadınlarla kuaförlerin ilişkisi komiktir.Kadınlar hamamından tek farklı kadınların biraz daha giyinik olmasıdır. Fakat inanın değişen bir şey yok. Dükkan sahibi kuaför abi/abla zaten mahalledeki bütün kadınların hayatına hakimlerdir. Kim kimle yatmış-kalkmış, kim evini taşımış, kim daha kıllı tüylü, kim kimin sevgilisini elinden almış, kim evde kalmış kim koca bulmuş her gündeme hakimdirler. Kuaförde hangi kadının kocasıyla 1 aydır yatmadığından tutun da, kimin selüliti var kimin yok, kimin çocuğu olmuyor herşeyi istemeden öğrenirsiniz ve işin pis tarafı muhabbete sürekli sizi katmak isteyen birkaç teyze abla oradadır. Burada mı oturuyorsunuz ile başlayan sorular ne iş yaptığınıza, evli mi bekar mı olduğunuza varır. Varmakla bitmez evliyseniz çocuk var mı bekarsanız kah bekarlık güzel şey tadını çıkar, kah yok mu erkek arkadaşın sorusuna kadar uzanır.Ayağa kalkarsınız boyluymuş maşallah diye yorum gelir.Daha 5 dk önce orada kaş aldırmak için bekleyen kadınların muhabbetlerini duymak zorunda kalır 5 yıllık arkadaş zannedersiniz. Sonra da iyi günleer der çıkarkar. Arkadaşlık sıra bekleme arkadaşlığıdır aslında fakat birbirlerine hayatlarının en ufak detayını bile anlatmakta sakınca görmezler.Türk kadınlarının gevezeliğinin ve dedikoduculuğunun tescilleneceği en uygun yer hiç şüphesiz kuaför salonlarıdır.Bir yandan ojenizin kurumasını beklerken kendi kendinize düşünebilirsiniz kıllarım ve tüylerimle uğraşmasam bu işkenceyi çekmesem acaba vücudumda Türkiye meşe ormanlarını mı biriktirsem dersiniz. Değiştirdiğiniz kuaförde de durum değişmez. Yorum yapmadan sessiz sessiz köşenizde oturduğunuz için neler görürsünüz neler..benim kızım çok hanımdır diyen annenin diğer yanda sevgilisine telefonda bu gece sende kalayım mı diyen kızından tutun da 120 kiloyum övünerek bikini giyiyorum diyen kadının bikinili görüntüsü gözlerinizin önüne bile gelir. Çoğu zaman kocalarına acıdığınız bu kadınların kuaför işlemleri hiç bitmez. Ya onlar kadın değildir ya da siz. Ayda bir kere bile uğradığınızda aynı ablaları orada gördüğünüze şaşırmayın, akşam iş çıkışı gitseniz bile teyzenin biri saat 12 den beri orada oturmuş gelenle gidenle muhabbeti koyuyor olabilir. Mahallenin istenmeyen gelinlerinin hikayelerine yakından tanık olacağınız kuaför salonlarında kadınlar genelde bezgindir. Hepsi dünyanın yükünü omuzlarında taşımaktadır, hepsi doktordur durmadan ilaç tavsiyesinde bulunurlar. Zayıf kadınlar ortalıkta daha çok salınıp boy pos gösterirler.Kuaför salonlarına tahammül etmek zorunda olan benim gibi zavallılar için ise kuaföre gitme günleri çok acımasızdır...işe gitmek kadar beter birşeydir kuaföre gitmek...hepinize sıhhatler olsun:)

28 Mart 2010 Pazar

kendiniz için bir şey yapın...

Kentin en güzel semtlerine imza atmış olmaktan mıdır nedir, bir tatlı huzur bu gece içimde...üstelik pazar en çirkin yüzüyle karşımda öylece dururken, hatta beni içine alırken, Sultahmet'in büyülü güzelliği pazarın fendini yeniyor bugün...güzel bakınca güzel mi görüyor gözleri insanın? Ve artık aşık olmak gerekmiyor güzel bakmak için bünyeye..eskiden aşık olduğumda bakabilirdim bu gözlerle..vazgeçtiğimden beri daha güzel bakıyorum bu gözlerle dala,kuşa,çimene,çocuğa...İstanbul hikayemin başlangıç noktasındaydım bugün. Tam da annemin beni bırakıp gittiği yerde. Beni bırakıp gitmişti tam orada Sultanahmet'te, yurduma yakın bir yerde. Artık dönme vakti gelmişti ve benim kendi kanatlarımla yapayalnız olarak uçma zamanım...yine acılı bir vedaydı beni bırakıp gittiğinde işte tam o yerde, okulumun konumlandığı Nişantaşı'na bile nasıl gidilir konusunda hiçbir fikrim yokken henüz, ilk zamanlarda ağlanır demişlerdi...ağlamıştım annem gittiğinde, yalnızdım ya artık..sonra kaynaşmıştım yine Sultahmet'te o kızlarla dolu yurtta bir çok kızla, Seda'ydı onlardan biri, 10 sene sonra aynı yerdeydik bugün fotoğraf makinalarımızla, algımız farklı,kocaman kadınlar olmuşuz,sırt çantalı "haydi taksime"tadındaki o ufak üniversiteliler yok artık.Tarihi eserleri filan inceliyoruz,meraklıyız her taş parçası üzerinde 15 dk tartışıyoruz, böyle miydik halbuki?Üzerinde sabit 15 dk konuşabileceğimiz tek konu aşık olduğumuz adamlardı eskiden..ve gidilecek semt olarak sadece Beyoğlu vardı koskoca istanbul'da.Eğlenceydi, hareketti, renkti... Sultanahmet sıkıcıydı,buram buram müzeydi,fokur fokur tarihti.Çekilmezdi.Tek sevdiğimiz şey yakışıklı yabancı çocuklardı sokağa çıktığımızda Sultanahmet'te..bugün yeniden bambaşka gözlerle gittik oraya,anılar depreşti,Dikilitaş'ın önünde eskiden yapıldığı gibi kikirdendi...şunu hatırladın mı, burayı hatırladın mı? "o cafe nerde aa yok yıkmışlar"tadında hüzünlenmeler "mısır yemiştik cırcır olmuştuk hani"ler..bu şehrin en güzel semtine imza atmak ne güzel..insanın istanbul masalının olabilecek en güzel semtte başlaması ne güzel şey...

Alışkanlıklarınızı değiştirin,Bebek'te,Hisar'da,Arnavutköy'de o trafiğe girerek hafta sonları yaptığınız kahvaltılarınızı askıya alın,kendinize bir güzellik yapın Sultanahmet'e götürün kendinizi,Cankurtaran'da kahvaltı yapın,sokak aralarında fotoğraf çekin, tarihin yumuşak beşiğine bırakın ruhunuzu, o eski evlerde kimler yaşamış yıllar yıllar önce onları düşünün, o çalılıkların arkasında ne fitiller alevlenmiş, Topkapı Sarayı'nın bahçesinde gizlice ne büyük aşklar yaşanmış, aşıklar nerelere saklanmış, buluşma köşeleri nereler olmuş düşünün... yaşanan aşkları, yasak sevdaları düşünün, dalın sokaklara, bu evlerde kimler yaşıyor diye merak edin...sonra gidin bir güzel köfte yiyin Sultanahmet Köftecisi'nde, oradan Çorlulu'ya uzanın şöyle keyif nargilenizi söyleyin..ruhunuzu dinlendirin Yerebatan'da...ve sonra bana teşekkür edin...iyi pazarlar:)

26 Mart 2010 Cuma

gitme...

ben bu yüzden hiç kimseden gidemem...gitmem...gidebilsem üzülmeyecektim belki..gidebilsem boncuk boncuk dökülmeyecekti gözyaşlarım.Gözyaşlarım her döküldüğünde onlara üzülürüm ben. üzüldüğüm olayı dışında bırakarak "yazık size gözyaşlarım yazık size gözlerim haketmediniz siz bunları" diye diye ağlayarak ağlama efektimi 2 katına çıkarırım. Benim huyumdur ya zaten üzüntüleri hayatıma çekmek..

sanki normal kadınlar için olan durumların dışındaki durumlar için yaratıldım ben.Sanki kadın ile erkek arasında gaylik dışında bir cinsiyet varmış, bende o cinsiyettenmişim..Sinemada elele tutuşmayı kıro bulurum, sevdiğim adamın ülkeden gideceğini öğrenince ortamına, çevresine, herşeyine koyar katıla katıla zırlarım..sahi neyim ben? romantizmle sahtecilik arasında sıkışıp kalmış sihirbazın şapkasındaki tavşanım belki..bu yüzden işte vedalaşamam ben.Gitmeler ağır koyar bana, kimseden gidemem, veda sahnelerinde daralırım, nefessiz kalırım izlemeye, yaşamaya, görmeye dayanamam. Ağırı geldi başıma bu kez..adam gidiyor..benden gitmesinden daha beter bişey varmış işte. Öyle varlığın ne kattıki yokluğun ne götürsün gibi baba laflar etmemek lazımmış, her defasında beni sınayan hayat bu cümleyi de gözüme soktu! kendisine teşekkürler...şu kadın olmayan yüzümü bana yine yine yeniden gösterdiğin için teşekkürler sana hayat...gitmeler her türlü koyuyor bana..demekki aynı şehiri bırak, misak-ı milli sınırlarında olması bile yetiyormuş bana adamın..gidiyorum ben dedi. Nereye dedim..fakat o nereye sorusu sanırım ağzımdan çıkmadı boğazıma kadar gelip ses tellerime çarpıp geri döndü karşıda bir efekt yarattı ve Amerika! dedi. Adam. Nasıl..kaç günlüğüne diye sorarken aslında biliyordum cevabı ama ben böyleyim acıyı duymak isterim ya hani...temelli dedi...kaç günlüğüne diye sorarken yine ağzımdan çıkmadı o soru aslına bakarsanız..midemden ya da pankreasımdan çıkmış olabilir.Ama asla ağzımdan çıkmadı. Benim ağzımdan her türlü küfür çıkabilir fakat gitmelere dair cümleler kurup sorular soramam ben...gitmee..dedim..özlediğim sesiyle, acı veren kararı arasında hangisine üzülüp neye sevineceğimi bilemeden tutuldum, düşüncesi bile dilinin sınırlarına çarpan ağzından kelimeler taşan aynı anda 38 şey düşünen ben.. konuşamadım..boğazıma dizildi kelimeler zaten sonra da gözyaşları dizildi....bunca zamandan sonra sesini duyduğuma mı sevinsem yoksa gideceği için mi üzülsem...sevindiğim şeylerin kısa ömürlü, üzüldüğüm şeylerinse ölümsüz olmasından sıkıldım aslında ben...o artık daha mutlu olduğu için derinlerde bi sevinme hissi beliriyor. İşte o mutluuu...artık mutlu artık amacına ulaşıyor...diyor iç ses ama iç sesin alt metninde kan gövdeyi götürüyor...
ne kadar kalacaksın diye yine bir iç organdan bir ses çıkıyor, allahtan adam beni tanıyor da anlıyor, çok diyor..en az 2-3 sene..onu artık görememe korkusu yerleşiyor bünyeye...o döndüğünde evlenmiş çocuğumla oturuyor olur muyum diyor insan, yoksa hala onu seviyor mu olurum diyor..hayat sürprizlerle dolu ve asla yarın karşımıza ne çıkacağı belli olmuyor..o gidiyor..hayat yanıltıyor...hayat yanıltmanın ben yanılmanın ustası oldukça yeniden deniyor ve deneniyorum...gitme ayrık otum gidersen ben şimdi kahvaltı yapıcam sen ne yedin? diye kime sorarım ben..kime paralel kanal açtırırım...ben içerken senin kahvaltı yapıyor olman hiç sempatik değil..

Amerika da sıkılırsın sen...gitme...

16 Mart 2010 Salı

modern

birgün geliyor alıyor o kirli ve umutsuz geçmiş.... ve malesef yaşanmışlar yaşanacakların referansı oluyor hayatta..."oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim" diyor şair..ardı arkası tamamı gelmiyor...temize çektik de ne oldu demiyor kadın...? Hadi sen çektin adam ne yaptı? Adam da ah canım aşkım teşekkürler bütün aşklarını bende çektiğin için mi diyor? İnternet çıktı mertlik bozuldu madem bu alemde... bir tıkın ucunda artık burada bütün aşklar, gerçekten sevmiyor kimse, sevenlerin tarih boyunca canı acıdı, konuşursam acıtırım diyorsun adama, severim acıyı diye cevap veriyor dallama! bizde ne ararsan yok artık...aşkın en sinsi dostu gurur, kıskançlık, mantık maşallah hepsi yok. Bizde ne var? Bolca hırs, bol bol sahtelik...sahte olmazsan kadınların doğuştan getirdiği yetenekten bile mahrum kaldığını söylüyorlar üstelik...doğduğundan beri ilk kez kendinle aynı frekansta bir adam mı buldun, filmlerdeki gibi mi oldu, mutlu mu oldun, kalıba uydurmaya çalışmadan adam zaten kalıbında mı çıktı? Ne sandın adam da seni sevecek ve episode 3 mü çekilecek? pembe panjurlar, seçilen gelinlikler?? öyle olmuyor şekerim burada bizim aşklar...adam senin canını dibine kadar yakarken, kendini en yakın sahilden denize dökmek istiyorsun, hatıralar yerine umutsuzluklar sarınca dört bir yanını, meydanlara çıkıp bağıramıyorsun, saklanabildiğin en koyu renk battaniyenin altına giriveriyorsun, haydi size modern şehir kadınının kanayan yaraları..kendinden bulan..bulamayan..ısrar etmeyin bu yazı yalnızca benim için...fişimi çekmek istediğim dönemlerden birinin merkezindeyim..zaten ya kenarındayım ya da merkezinde hiç dışında olamıyorum..doğuştan bunalım mı diyorlar benim gibilere? Siz ne dersiniz? Gerçi umrumda değilsiniz...kendimce uydurduğum ve eğlendiğim sıfatlarımın bile içi boşaldı, kapıcı karısı gibi pozlar verip duvarlara poster oluyorum artık. üstelik kelimeye dökülen her cümlem anlam kaybetti, aslında ben kelimeye de değil sms e döktüm biraz cümlelerimi de adam tamam daha fazla süsleme, küfür et rahatla dedi. Küfür etmek, eteğindeki taşları dökmek boş işler..allah belanı versin sevsene beni şerefsiz demek istemiştim oysaki sadece...trajikomik kadınım galiba biraz. Hani her işte vardı bir hayır? ulan hepsinden bir hayır alacağım varsa şu anda hayatın bana çok hayır borcu var...Allah belanı versin madem ruhumu anlıyorsun sevsene beni! Oturup artılarını ve eksilerini kağıda mı yazayım içinden çıkar mıyım eksilerin daha fazlaysa bir çizgi de senin üzerine çeker miyim yavrucan?

insan insanın canını yakıyor, insanı yakıyorlar burada. Siz küllerinizden de doğarsınız..sağ olun uzak olun..Allahın belası sevsene beni!!!!